26 Ocak 2015 Pazartesi

ŞİİR TERCÜMESİ VE ŞİİR ANLAYIŞI (Roni Margulies)


ŞİİR TERCÜMESİ VE ŞİİR ANLAYIŞI
Roni Margulies



Şiir tercüme etmek genellikle şiir yazamadığım zamanlarda yaptığım bir iş. Bugüne kadar üç tercüme şiir kitabı yayınlamış olmamdan(1), ne kadar sık şiir yazamadığım çıkıyor ortaya herhalde, ama konumuz bu değil! İkincil bir uğraş olarak gördüğüm için, şiir tercümesi hakkında çok uzun boylu düşünmüş, kuramsal yönleriyle fazla ilgilenmiş değilim. Buna rağmen, yaptığım tercümeler tümüyle tesadüf değil. oturup düşündüğüm zaman, yarı bilinçli de olsa, bazı genel ilkelere uygun davrandığımı fark ettim.
Birincisi, bir veya birkaç şiirini tesadüfen okuyup beğendiğim, fakat genel olarak şiirini bilmediğim bir şairi hiç çevirmiş değilim. İkincisi, genel olarak “derdini” paylaşmadığım; kaygılarını, söylemek istediklerini, dünyaya bakışını kendime yabancı bulduğum bir şairin şiirini hiççevirmiş değilim. Üçüncüsü, ülkesini tanımadığım, kültürel altyapısına önemli ölçüde aşina olmadığım bir şairin şiirini hiç çevirmiş değilim.
Bunlar ne anlama geliyor? bir şiiri çevirmek için o şiiri bilmek yetmiyor kanımca. Şairin genel olarak yapıtını ve o şiirin bu yapıt içindeki yerini bilmek, şairin bütün olarak yapıtının kendi kültürü içindeki yerini bilmek ve, en önemlisi, o kültürü bilmek gerekiyor.
Bunları bilmediğimizde, şiirin sadece sözlerini, biçimini çeviriyoruz; içeriğini, açık ve saklı anlam yüklerini, kendi kültürüne özgü göndermeleri (bilemediğimiz için) aktaramıyoruz.
Bunları niye düşündüm?Aylar önce Erdal Alova aradı, yayın yönetmeni olduğu “Başyapıtlar” dizisi için bir kitap çevirmeni istedi. Özellikle de Wallace Stevens veya Robert Lowell çevirebilirsem çok sevineceğini belirtti. İkisi de iyice bildiğim şairler oldukları için, olabilir diye düşündüm. Stevens’ı daha az severim, Lowell’ın Life Studies kitabını alıcı gözüyle bir daha okudum. Ve bu kitabı çeviremeyeceğimi hemen anladım. Çağdaş Amerikan kültürüne aşinalığıma rağmen, Lowell’ın XVII. Yüzyıl şiirinden, ortaçağ teolojisinden, felsefeden ve, en belalısı, Katolik dininden süzülüp gelen şiirini aktarmam mümkün değildi. Kelimeleri aktarabilirdim, ama şiiri değil. Erdal’a da öyle söyledim.
Derken, tam o sıralarda, Cumhuriyet Kitap ekinde Ali Cengizkan’ın dört Lowell çevirisi yayınlandı. (2) Okudukça hayretler içinde kaldım. Meğer Lowell, Oğuzhan Akay veya küçük İskender gibi yazarmış!
“Münih’te Hapse Düşen Bir Deli Asker” şiiri şöyle başlıyor: “Hepimiz Amerikalıyız, Doc dışında, / Kraut bir DP, diz çöküp gözlerimi yıkayan.” Türkçe “Doc” ne demek? “Kraut” ne demek? “DP” ne demek? Sonra şöyle bir dize var: “Kedi evleri soğuk hindice konuşuyorlar gardiyanlarımla.” Kedi evleri ne demek? “Soğuk hindice” diye bir dil mi var? Sonra “renkli koğuşların kara ormanlarında” dizesi var. Koğuşlar niye renkli, ormanlar niye kara? Ardından “uçurduğumuz ödemeden başka gelirimiz yok ki”. Ödemeyi uçurmak ne demek?
Cengizkan’ın tercümesiyle bu şiiri, ya sürrealist imgelerle dolu bir şiir ya da 1980’lerin bir Türk şairinin yazdığı bir şiir sanmak mümkün. Oysa, şiirin aslında ne uçuk imgeler var, ne de başka Hacivatlıklar. “Doc” doktor demek; Almanca “lahana” anlamına gelen “Kraut”, Amerikalıların Almanlar için kullandığı argo bir sözcük; DP, “displaced person,” yani savaş yüzünden (şiir II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda geçiyor) yerinden yurdundan olup ortada kalmış kimse demek; “Kedi evleri” diye bir şey yok, “cat-house” kerhane demek; “soğuk hindi” diye bir şey yok, “cold turkey” narkotik almayı bir anda kesmak demek; “renkl” diye bir şey yok, “colored” zenci demek, ormanlar da onun için kara; ödemeyi “uçurmak” diye bir şey yok, “blow” çarçur etmek demek. Tercüme böyle yapıldığında, Lowell’ın şiirinin tümüyle naratif olduğu, garip kelime oyunlarıyla imgelerden tamamen uzak olduğu görülür. (3)
Burada amacım kötü bir şiir çevirisine dikkat çekmek değil sadece.(4) Ali Cengizkan, Amerikan argosunu bilmeden bu şiiri çevirebileceğini düşünmüş, Türkiyeli okur açısından bir şanssızlık olmuş, ama çok önemli değil, ileride bir başkası Lowell’ı gerektiği gibi çevirir, hata düzeltilmiş olur. Üstelik, Ali Cengizkan böyle tercüme yapan tek kişi değil, aralarında ünlü çevirmenlerimizin de bulunduğu çok sayıda çevirmen böylesi hatalar yapıyor.
Benim asıl vurgulamak istediğim, Cengizkan ve diğerlerinin yansıttığı daha genel bir sorun. Sorun şu: Lowell’ın dizesini “Kedi evleri soğuk hindice konuşuyorlar” diye tercüme ederken, “Bu da ne demek yahu?” diye bir durup düşünmüyor Cengizkan. Niye düşünmüyor? Çünkü Engin Turgut’un “Pötikare bir aşk duygusu eğitiyorsa beni, eskimeyen bir / annenin, zarif bir sızının içine dönebilirim. Göl kenarı izcisi, likör / bir çocuğun büzülen alt dudağıysam…” dizelerini; Ayhan Kurt’un “Postumdan ürkmesin makastar diye / Salyamı gezegen gülabdana akıttım” dizelerini; Metin Cengiz’in “ki durmaz salgın sararır, fırçası / nın ucunda çöl sohbetiyle doğmuş yıldızlar” dizelerini; Orhan Kahyaoğlu’nun “rahimden sızan karasu inanç akıntısıdır, koş / toplan gölcükte, sel ol, harabene kovul” dizelerini ve benzerlerini ve bunların oluşturdukları şiirleri okuya okuya “Bu da ne demek yahu?” sorusunu unuttu artık şiir okurumuz. Dahası, bu soruyu sormanın yanlış olduğunu da düşünür oldu.
Kısacası, Cengizkan’ın ve benzerlerinin yaptıkları akıl almaz çeviri hataları günümüzün yaygın şiir anlayışından kaynaklanıyor büyük ölçüde. Şiirin art arda sıralanan güzel ve ilginç sözlerden, seslerden ibaret olduğunun sanıldığı şiir ortamımızda, kedi evlerinin soğuk hindice konuşması da çok doğal karşılanıyor elbette. Bu ortamda, şairin ne demek istediğini düşünmek hatalı bir davranış. Dolayısıyla cat, house, cold ve turkey kelimelerini (gerekirse sözlükten bakıp) aktarmak yeterli. Anlam önemli değil çünkü, kelimeler önemli. Böyle düşünen çevirmen, “Ben bu kelimelerin arkasında neler olduğunu anlayabilecek kadar iyi biliyor muyum şairin kültürünü?” sorusunu sormadan, bir kabadayılıkla işe girişiyor.
Bu şiir anlayışı, bir yandan, bir şiiri ve şairi anlamadan, salt kelimeleri aktararak tercüme yapılabileceği yanılgısına yol açarken, bir yandan da tam tersi bir yanılgıya zemin oluşturuyor bazen. “Şiir çevrilemez” yanılgısının temelinde de şiirin biçimden ibaret olduğu anlayışı yatıyor kanımca. Gerçekten de, günümüz Türk şairlerinin birçoğunun salt kelime oyunlarından, aliterasyonlardan, yan yana geldiklerinde ilginç sesler çıkaran kelimelerden, orta yerde bölünmüş veya bölünmesi gereken yerde bitişik yazılmış kelimelerden oluşan şiirlerini tercüme etmek mümkün değil. burada şiirlerden uzun uzun örnek vermek yerine, küçük İskender’in son kitabı Ciddiye Alındığım Kara Parçaları’ndan bazı şiir isimleri sayayım, bunları bildiğiniz bir yabancı dile nasıl çevirebileceğinizi düşünün: ruh’hu, köşedendönence, rujartiyeromans, poleatpoet, preH (dayanamadım, bu son şiirin bütününü vereyim, çevirmeyi deneyin: “Çıkıntıları dolaşıyor / serin dokunuşlardaki / keskin ibadet // Bir şahinin tavsiyesi üzerine / dönüp arkasını / gidiyor dul dağ // görüyor tırtıklı yılan”).
Kelime oyunlarının tercüme edilmesi çoğu zaman olanaksızdır, yabancı dilin kelimeleriyle o oyun oynanamıyordur çünkü. Şiir kelime oyunlarından ibaret olunca da, şiiri çevirmek olanaksız oluyor. Dolayısıyla, şir çevrilemez zannediliyor. Oysa, tam tersine, Şavkar Altınel’in Kuzeyde Bir Adadan adlı İngiliz şiiri antojisinin(5) önsözünde dediği gibi, “Çevrilemeyen şey şiir değildir.”
Çevrilemeyen şey oyundur, fantezidir. Çevrilen ve çevrilmesi her zaman mümkün olan şey ise, şairin dünya hakkında ve dünyada insanın durumu hakkında söyledikleridir, yani şiirdir. Bunları çevirirken şairin kullandığı biçime ilişkin tüm unsurları yansıtmamız mümkün olmayabilir, ama önemli olan biçimsel unsurları değil, şiiri çevirmektir zaten.

     (1) Ted Hughes: Seçilmiş Şiirler (Şavkar Altınel ile birlikte), Adam Yayınları, 1987; Philip Larkin: Seçilmiş Şiirler (Şavkar Altınel ile birlikte), Adam Yayınları, 1990; Yehuda Amihay’dan Seçilmiş Şiirler, Oğlak Yayıncılık, 1996.
     (2) Cumhuriyet Kitap eki, 17 Nisan 1997, sayı 374, s. 14-5
     (3) Şiirin aslını okumak isteyenler için, Life Studies and fort the Union Dead, Noonday Pres, 1972, s. 8.
     (4) Yazıyı fazla uzatmamak için tek tek üzerinde durmuyorum. Cengizkan’ın yaptığı diğer üç çeviri de böylesi hatalarla dolu. Olan Fatih Özgüven’e olmuş: Cengizkan’ın dört çevirisini Özgüven’in yaptığı çok iyi altı çeviri izliyor, ama Cengizkan’ın çevirilerini okuduktan sonra Özgüveninkileri okumaya kimsenin sabrı kalmış mıdır, bilmem.
     (5) Kuzeyde Bir Adadan: Ortaçağ’dan Yirminci Yüzyıla Elli İngiliz Şairinden Elli Şiir, der. Ve çev. Şavkar Altınel, Oğlak Yayıncılık, 1995.  


“Şiir, Yahudilik Vesaire” içinde, İst., 2004, s. 80-84. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder