20 Aralık 2022 Salı

Gaspıralı İsmail, Sekreter

Uğur Kökden'in "Türkçenin Coğrafyası" başlıklı denemesinde rastladım:

"Gaspıralı İsmail, Paris yıllarında, Turgenyev'in sekreterliğini yapmıştı. 1872-74 yılları arasında ünlü romancının edebi ürününü okuyor, yayına hazırlıyordu."

25 Eylül 2022 Pazar

Hariciyeci

Hariciyecinin belgesel çekimini engelleme peşinde koşan bir Devlet yapışığı olarak portresi:

İshak Alaton, 12 Eylül 2012 tarihli Radikal’de Müge Akgün’e anlatıyor: 

“2001 yılında yurt dışından Struma ile ilgili yapılacak olan bir belgesel için bana geldiler. Gemiden sağ kurtulan ve o yıllarda 80 yaşında olan, Amerika’da küçük bir kasabada yaşayan David Stoliar’ı Türkiye’ye gelmesi için ikna edemiyorlar. Ben de konuştum, nihayet razı oldu. Onu kurtaran balıkçılarla bir araya geldi, çekimler yapıldı. Ama batıkta çekim yapılmasına izin vermiyorlar. Bu arada hiç beklemediğim bir olay oldu. Büyükelçi Solmaz Ünaydın beni aradı. Hukukumuz vardır, üç beş sohbetten sonra sadede geldi. “Struma ile ilgili bir belgesel yapılıyormuş, sizin çalışmalarınızdan da haberdar olduk. Biz bunu bakanlıkta tartıştık, ikinci bir Midnight Express olabilir. Acaba belgeselin yapılmasını önlesek mi?” diye sordu. Ankara şeffaflık sevmez, her şey karanlıkta kalsın ister. Bu günahı da gömelim diye bana rica ediyorlar.”


6 Eylül 2022 Salı

Fethi Gemuhluoğlu Confessional

    Cemal Süreya’nın “sağcılar onu veli derecesine yükselttiler, ölünce de hemen unuttular” dediği Fethi Gemuhluoğlu’nu solcular hatırlamaya devam ediyor. Gemuhluoğlu, farklı bir yüzüyle bu kez Tahir Abacı’nın Şairler Kahvehanesi adlı kitabında karşıma çıktı. 
    Şöyle o bölüm: 

1976 yılı olmalı. Niyazi Akıncıoğlu’nun şiirlerini Yarına Doğru’da ikinci kez yayımlarken, en çok sözü edilen şiirlerinden “Bursa”ya ulaşamadığımızı belirtmiştik. O aylar içinde bir gün, derginin bürosu olarak kullandığımız Lütfi Kaleli’nin Sebat Matbaası’na gittiğimde, Kaleli’nin yanında, elli yaşlarında birini beni beklerken buldum. Kendisini Fethi Gemuhluoğlu olarak tanıttı. Adını biliyordum ama hakkında fazla bilgim yoktu. “Akıncıoğlu’nun şiirlerini yayımlamışsınız ama ‘Bursa’ şiirini bulamamışsınız. 1943’te İnsan dergisinde çıkan o şiirini getirdim size” dedi, elini paltosunun cebine attı, sonra da “Cebime koydum sanıyordum ama unutmuşum” dedi içten bir üzüntüyle. “Sağlık olsun, sonra gönderirsiniz” dedik, bir süre sohbet ettik. Gemuhluoğlu, kimi yerlerde Ağın’a bağlı Gemuh köyü kökenli olarak anılıyor ama daha çok Arapkirli olarak biliniyor. İstanbul dergi ve gazetelerinin yanı sıra, Arapkir gazetelerinde de düzenli yazıları çıkmış. Şairliği de var, ama daha çok düşünce yazılarıyla tanınıyor. Arapkir’e çok yakın Çit köyünde yaşayan Enver Gökçe’den “fikriyatı kendisine yakın olmasa da” sıcak bir tavırla söz etti, değerinin bilinemediğini ekledi, şimdi hatırlayamadığım başka konular üzerine de konuştuk. Ancak fazla oturmadı, bir süre sonra ayağa kalktı, “Otursaydınız” dediğimizde aynen şöyle dedi: “Gitmek zorundayım, çünkü dost olmak isdidadı belirdi.”

    (Bütün hikâyesi "dostluk üzerine" olan bir adam. Çok tuhaf. Hikâye de tuhaf, hikâyeci de tuhaf.)

3 Eylül 2022 Cumartesi

Neden İkna Etmeye Çalışıyorsun?

     Hikâyeni anlat geç, şiirini söyle geç. Okuyucu da yaptığın işin bir parçası: bu yüzden onu da geç: okuyucuda durma, onu ikna etmeye çalışma.

     Yaşadığın dünyayı bir ikna odasına dönüştüren “sistem”e karşısın, onun yöntemiyle mi çalışacaksın? 

16 Haziran 2022 Perşembe

Pancho Villa Bir İki

İlginç gelmiş, kesip saklamışım. Ülkü Tamer’in 18 mart 2006 tarihli Sabah gazetesindeki yazısı. Şöyle bir paragraf var orada:

“1914. Meksika'da devlet güçleriyle Pancho Villa arasında büyük bir savaş vardı. Mutual Film Corporation, bu olanağı kaçırmak istemiyordu. Şirketin yetkilileri ABD'den Meksika'ya gittiler, Pancho Villa'yı bulup onunla bir anlaşmaya vardılar. Anlaşmaya göre, Pancho Villa başka hiçbir şirketin film çekmesine izin vermeyecekti. Ayrıca, çarpışmaların gün ışığında, teknik ekibin uygun gördüğü zamanlarda yapılmasına da özen gösterecekti. Sözüne sonuna kadar bağlı kaldı Pancho Villa. Hep gündüzleri çarpıştı. Günün birinde, Ojinga kentine saldıracağı zaman, kameramanın gelmediğini söylediler. Meksikalı devrimci uzun süre kameramanı bekledi. Sonunda kameraman geldi, yönetmen, "Motor!" dedi, saldırı başladı. Mutual da bu önemli çarpışmayı baştan sona filme aldı.


Bugün Tarık Dursun K.’nın Amma da Acayip Dünya’sının ikinci cildini okurken aynı konunun farklı bir versiyonuna denk geldim. Kitap 2005’te basılmış, yani Ülkü Tamer’in yazısından bir yıl önce. O versiyon da şöyle:

“Yalnız tarihin değil, sinemanın ve Hollywood’un da en gerçekçi filmidir. 114 yılında bir Hollywood yapım şirketi, Meksikalı devrimci Pancho Villa’ya gitti, bir sözleşme imzalattı. Fiyat, tam 25.000 ABD dolarıydı.

Elde Meksika devrimini anlatan bir senaryo vardı ve ABD’li sinemacılar filmi çekmek üzere Meksika’ya geldiler. Villa, kendi devrimci kuvvetleri ile yönetmenin gösterdiği yerde, eskiden yaptığı savaşları yeniden, bu kez film için, canlandırmaya girişti.

Filmin fotoğraf direktörü yalnız gündüzleri çekim yaptığından, Villa her gün sabah saat dokuzda savaşa tutuşuyor, öğleden sonra saat dörtte de savaşı bırakıyordu. Günlerce ve günlerce çalışıldı. Sonunda filmciler pıllarını pırtılarını toplayıp Hollywood’a döndüler.

Kurgu masasına oturduklarında yapımcı da yönetmen de apışıp kaldılar. Çekilen sahneler o kadar ‘gerçekçi’ o kadar ‘gerçekçi’ydi ki, seyirci buna inanmaz, uydurmadır diye tepki gösterir korkusuyla aynı sahneleri bu kez platoda ‘uydurma’ olarak çektiler. Eldekileri hiçbir filmde ‘parça’ olarak bile kullanmadılar.”

İkisinden biri fena sallıyor, ama hangisi. Ülkü Tamer, galiba. Bakacağım sonra.

5 Mart 2022 Cumartesi

Malumatfuruş Köşesi: Proust, Genelev, Sütyen Kopçası ve Başka Bazı Şeyler

Polis bir "çocuk genelevi"ne baskın yapıp içeridekileri gözaltına alıyor. Tutulan zabıtta Marcel Proust'un adı "müşteri" olarak geçiyor.

Sebastiyan birçok yazarın "müşteri" olduğunu söyledi, Google'u işaret etti. Baktım, kafadan Soner Yalçın'ın yazısı çıktı: Hugo, Balzac, Flaubert, Baudelaire... uzayıp gidiyor liste.

Bu arada, aynı yazıdan öğreniyoruz, sütyen kopçasının mucidi bir yazar: Mark Twain. 

Daktiloyla yazan ilk yazar olarak da biliniyor kendisi. Sayısız aforizması var. Şu, mesela: 

"İnsanı yaratmak tuhaf ve özgün bir fikirmiş, ama buna koyunu eklemek gereksiz bir tekrar olmuş."

Bir de şu:

"Gerçek, kurgudan daha acayiptir. Çünkü kurgu 'olabilirlikleri' gözetmek durumundadır, gerçeğin ise öyle bir zorunluluğu yoktur."