Joseph Brodsky, Yevgeny Rein, Anatoly Naiman, Dmitry Bobyshev.
Akhmatova onlara “Sihirli
Koro” diyormuş. Ama onun ölümünden sonra “Akhmatova’nın
Yetimleri” olarak anılmışlar.
Joseph Brodsky, Yevgeny Rein, Anatoly Naiman, Dmitry Bobyshev.
Akhmatova onlara “Sihirli
Koro” diyormuş. Ama onun ölümünden sonra “Akhmatova’nın
Yetimleri” olarak anılmışlar.
Şairler gene kapışmış. Hayır, dergilerde değil, sosyal medyada. Okuyup üzülüyorum, üzülene mama veriyorlar. Kapışmalardan bir sonuç da çıkmıyor, incir çekirdeğinin doluluk oranı gene aynı.
Aklıma “Akhmatova Yetimleri”nden şair Joseph Brodsky’nin olayı geldi.
Brodsky, Sovyetlerden nefret ediyordu. Ama bir başka şaire, Yevtuşenko’ya olan nefreti daha büyüktü.
Dovlatov bir gün Brodsky’ye “Yevtuşenko kolektif çiftliklere karşıymış,” der. Brodsky, hemen parlar: “Eğer öyleyse, o karşıysa, ben taraftarım.”
Susan Sontag’ın günlüklerini okuyorum. Birinci cilt bitti, ikinci cildi yarıladım. Düz bir hayatı var: Okumak, yazmak ve seks. Üçünde de pek iyi değil.
Oradan, o ‘düz’lükten nasıl bir ‘yazar’ çıkmış, inanılmaz. Çok çalışmış, ineklemiş, ışıldamış.
Philip Roth’un söyledikleri aklıma geldi. Şöyle diyordu:
“Bütün gün çalışırım, sabah ve öğleden sonra, neredeyse her gün. Eğer bu şekilde iki-üç yıl oturursam sonunda bir kitabım olur.”
***
Sontag, 16 yaşındayken (iki kız arkadaşıyla birlikte) Thomas Mann’ı ziyaret ediyor. 71 yaşında öldüğü güne kadar, 55 yıl boyunca, her yıl, çevresindekilere bu görüşmeyi farklı bir şekilde anlatıyor.
Sontag’ın biyografisini yazan Benjamin Moser’e bu 40-50 versiyondan hangisinin doğru olduğunu soruyorlar, cevabı şu: “Mann’ı ziyaret ettiği kısmı doğrudur.”
Hep farklı yazarlara gönderen bir okuma oluyor. Bu versiyon olayı da bana Elias Canetti’nin dediklerini hatırlattı. Şöyle diyordu o da:
“İyi tanıdığım insanlara ikide bir aynı olayları anlattırıp dinlemeyi pek seviyorum, hele bunlar yaşamlarının odak noktalarını oluşturan olaylarsa bayılıyorum. İlgili olayları her anlatışlarında biraz değiştiren insanlarla ahbaplık etmeye katlanabiliyorum ancak. Ötekileri rollerini fazlasıyla iyi ezberlemiş oyuncular gibi görüyorum, onlara inanmak gelmiyor içimden.”“Evren hikâyelerden oluşur, atomlardan değil.”
Bunu söyleyen bir hikâyeci değil. Hayır,
romancı da değil. Bir şair. Muriel Rukeyser.
Büyük şairlerin büyük lâflar etmeleri
alışılmadık bir şey değil, ama ben yine de o lâfların altında başka bir şey
(bir bit yeniği) olduğu dürtüsüyle hayatlarına yöneliyorum. Hikâyeyle,
romanla işi olmayan biri böyle lâflar edebilir mi?
Baktım, bilmiyordum, oyunlar da kaleme almış
Rukeyser. Çocuk kitapları var. Bir de roman yazmış.
Keşke “İçimizdeki İrlandalılar” maymuncuğu
ile bu konunun kapısını açabilseydik, ama açamıyoruz. Neden? Şundan: Şair alt tarafı kurmaca
kıyılarına gidip yazlıklar almış, alsın, kütük burada, şiirde.
Şu da, çilingirin bize verdiği avuntu: Şairin şiiri yüceltmemesi de “bir şey”.